Unutulmuş Sevgiler
Hep, yorumlar üzerine yapıcı çalışmalar. Tekrar üzerine tekrar. Yok olmaya yüz tutmuş bir çiçeği, dik dursun diye boynunu iple bağlamak. İşte bunların hepsi, unutulmuş, alışkın sevgiler. Oysa çoktan ölmüş, beni gömün diye haykıran bedenlerin sevgileri. Yaşamak için hiç bir çocuksu yüzü kalmamış, tüketilmiş sevgiler bahsettiğim. İki kişiden çıkıp, birçok kişiye yansımış, yansımaması gereken kayıp sevgiler. Uzun zamanlar ve düşüncelerden sonra yaratılmış, içinden gelen seni seviyorumları yok eden, unutulmuş sevgiler...
Etrafınıza bakın, ne görüyorsunuz? Yorgun insanlar, daraltıcı sokaklar, gülmeyi bilmeyen çocuklar, anlamsız bir is, stres ve gerilim. Kim yaptı bunları diye düşünmeyin. Hepsi bizim unutulmuş sevgimizde gizli, yok olmuş sevgimizde. Neden artık sevgililer eskisi gibi değil, neden yorgunluğun tadı dinlenmekte değil, neden sevgi bizim içimizde değil.
Bazen bakıyorum etrafıma, o yorgun, sebepsiz kin besleyen suratlara. Soruyorum içimden ; siz sevdiklerinizle, dostlarınızlada mı böylesiniz diye. Yalancı ruhlar olmuşuz istemeden, sevgimize bir türlü sahip çıkmayı becerememişiz. İki kuruş sevgi için, kendimizden çıkmamıza, apayrı insanlar olmamıza hayretle bakıyorum. Arkadaşlık, aile, doğru, yanlış adına yaptığımız her şeyde, karşımızdakinin sevgimizi elimizden alma çabasına şaşırıyorum. Bu düşünceler, sadece etrafıma baktığımda, dar sokakların bana söylediği basık cümleler oluyor. Sonra, sert bir omuz yürürken bana çarpıyor ve dünyaya geri geliyorum. Etrafıma bakmadan, boynumu eğip yürüyorum. Bir pardon, özür dilerim bekliyorum belki de o sert omuzlardan. Sonra ne oluyor. Hiçbir şey. Sadece motorlu araçların çıkarttığı seslerin arasından, bir iki kuş sesi duyuyor kulaklarım. Veya duymaya çalışıyor...
Ben, aşkı, aileyi, dostluğu, arkadaşlığı doğuran hep sevgidir diye
biliyordum. İnsanlar o kadar aç mı ki, başkalarının sevgisine ortak oluyor veya onu yok etmeye çalışıyor. Bunun farkında olmadıklarına inanmıyorum, inanamıyorum. Yorgun sokaklardan çıkmadan, dar bir bara giriyorum. İnsanlar bilmedikleri bir müziğin ritmine kendilerini kaptırmış ve elinde içkileri, boş boş etrafa bakıyorlar. Eminim ki evlerinde olmadıkları kadar, rahatsızdırlar şu an. Bir iki tanıdık görüyorum, yanlarına gidiyorum. Bir dost edasıyla karşılanıp, ilgi görüyorum bir anda. Çok değil, beş dakika geçmeden, yan sandalyede duran o çantadan farkım kalmıyor, unutulan oluyorum. Bir süre sonra, o bir çift sert omuzu aynı masada görüyorum. Gülüyor, eğleniyor, etrafındaki güzel kızlara bakıyor. Hatta bir ara benimle bile, bir arkadaş, bir dost edasıyla konuşmaya çalışıyor. Anlam veremiyorum olanlara. Sokaktaki adamla, aynı kişinin bu olacağına inanamıyorum. Bir insan bu kadar mı farklı olabilir diye düşünmekten de kendimi alıkoyamıyorum. Ama gözlerimi açıp ta her şeyi gördükten sonra, çoğumuzun, bırakın sevgimizi, kendimize bile sahip çıkamadığını anlıyorum. Yenilmiş ve yorgun bir şekilde, barı terk ediyorum...
Eve dönerken, kaç tane ben var diye düşünüyorum. Onlarca mı, yüzlerce mi. Hayır diyorum kendi kendime, belki herkes gibi ben de isyan ediyorum. Kaç tane beni yaşıyorum, kaç tanesini unuttum acaba, kaç tanesi öldü. Yoksa hep bir miydim. Bir anda, sanki tüm sevgi çiçekleri, bir telefonla içimde beliriveriyor. Değer verdiğim bir insan benimle mutlu oluyor, ben de onunla. Sonra anlıyorum ki, asıl tutunulması gereken, o unuttuğumuz sevgiler. Aslında hep içimizde olan, mızıkçı bir çocuk gibi bizimle saklambaç oynayan sevgiler. Yok olduğunda bizi binlerce yalancı parçaya bölen, bulunduğunda ise bizi bir yapan unutulmuş sevgiler. Anlıyorum ki artık unutulanları, hatırlamanın, yaşamanın, içinde bir olarak hissetmenin vakti geldi de geçiyor. Farkındalık...
Mahzenlere kapatılmış, birbirine hasret vücutları, ayırmayı bir görev gibi benimseyen zindan görevlileri ; diğer insanlar. Size soruyorum, neden? Neden bizimlesiniz, neden bizden kopamıyorsunuz. Oysa ki biz, sizden çok ama çok uzağız. Bunu göremiyor musunuz? Bu kadar zor mu bunu hissetmek. Geçin aynanın karşısına, kendinizi tanıyın, kendinizle uğraşın, bizimle değil. Bırakın bizi. Farkında değilsinizdir belki, öldürüyorsunuz bizi, bizim mahzun ve ışıldamaya çalışan sevgimizi. O unutulmuş değil, yok olmaya yüz tutmuş da değil. Sadece size verecek gücü, kendisinde hissedemiyor, kendisini paylaşmak, yok etmek istemiyor sizinle. Artık siz de bırakın başkalarının sevgisini, kendi sevginizi, aşkınızı yaşayın içinizde. Etkileyin kendinizi sevginizle, bir olun her insanla, her varlıkla, her değerle. Artık, sahip çıkma vaktidir ; unutulmuş kendimize ve o unutulmuş sevgimize...
Etrafınıza bakın, ne görüyorsunuz? Yorgun insanlar, daraltıcı sokaklar, gülmeyi bilmeyen çocuklar, anlamsız bir is, stres ve gerilim. Kim yaptı bunları diye düşünmeyin. Hepsi bizim unutulmuş sevgimizde gizli, yok olmuş sevgimizde. Neden artık sevgililer eskisi gibi değil, neden yorgunluğun tadı dinlenmekte değil, neden sevgi bizim içimizde değil.
Bazen bakıyorum etrafıma, o yorgun, sebepsiz kin besleyen suratlara. Soruyorum içimden ; siz sevdiklerinizle, dostlarınızlada mı böylesiniz diye. Yalancı ruhlar olmuşuz istemeden, sevgimize bir türlü sahip çıkmayı becerememişiz. İki kuruş sevgi için, kendimizden çıkmamıza, apayrı insanlar olmamıza hayretle bakıyorum. Arkadaşlık, aile, doğru, yanlış adına yaptığımız her şeyde, karşımızdakinin sevgimizi elimizden alma çabasına şaşırıyorum. Bu düşünceler, sadece etrafıma baktığımda, dar sokakların bana söylediği basık cümleler oluyor. Sonra, sert bir omuz yürürken bana çarpıyor ve dünyaya geri geliyorum. Etrafıma bakmadan, boynumu eğip yürüyorum. Bir pardon, özür dilerim bekliyorum belki de o sert omuzlardan. Sonra ne oluyor. Hiçbir şey. Sadece motorlu araçların çıkarttığı seslerin arasından, bir iki kuş sesi duyuyor kulaklarım. Veya duymaya çalışıyor...
Ben, aşkı, aileyi, dostluğu, arkadaşlığı doğuran hep sevgidir diye
biliyordum. İnsanlar o kadar aç mı ki, başkalarının sevgisine ortak oluyor veya onu yok etmeye çalışıyor. Bunun farkında olmadıklarına inanmıyorum, inanamıyorum. Yorgun sokaklardan çıkmadan, dar bir bara giriyorum. İnsanlar bilmedikleri bir müziğin ritmine kendilerini kaptırmış ve elinde içkileri, boş boş etrafa bakıyorlar. Eminim ki evlerinde olmadıkları kadar, rahatsızdırlar şu an. Bir iki tanıdık görüyorum, yanlarına gidiyorum. Bir dost edasıyla karşılanıp, ilgi görüyorum bir anda. Çok değil, beş dakika geçmeden, yan sandalyede duran o çantadan farkım kalmıyor, unutulan oluyorum. Bir süre sonra, o bir çift sert omuzu aynı masada görüyorum. Gülüyor, eğleniyor, etrafındaki güzel kızlara bakıyor. Hatta bir ara benimle bile, bir arkadaş, bir dost edasıyla konuşmaya çalışıyor. Anlam veremiyorum olanlara. Sokaktaki adamla, aynı kişinin bu olacağına inanamıyorum. Bir insan bu kadar mı farklı olabilir diye düşünmekten de kendimi alıkoyamıyorum. Ama gözlerimi açıp ta her şeyi gördükten sonra, çoğumuzun, bırakın sevgimizi, kendimize bile sahip çıkamadığını anlıyorum. Yenilmiş ve yorgun bir şekilde, barı terk ediyorum...
Eve dönerken, kaç tane ben var diye düşünüyorum. Onlarca mı, yüzlerce mi. Hayır diyorum kendi kendime, belki herkes gibi ben de isyan ediyorum. Kaç tane beni yaşıyorum, kaç tanesini unuttum acaba, kaç tanesi öldü. Yoksa hep bir miydim. Bir anda, sanki tüm sevgi çiçekleri, bir telefonla içimde beliriveriyor. Değer verdiğim bir insan benimle mutlu oluyor, ben de onunla. Sonra anlıyorum ki, asıl tutunulması gereken, o unuttuğumuz sevgiler. Aslında hep içimizde olan, mızıkçı bir çocuk gibi bizimle saklambaç oynayan sevgiler. Yok olduğunda bizi binlerce yalancı parçaya bölen, bulunduğunda ise bizi bir yapan unutulmuş sevgiler. Anlıyorum ki artık unutulanları, hatırlamanın, yaşamanın, içinde bir olarak hissetmenin vakti geldi de geçiyor. Farkındalık...
Mahzenlere kapatılmış, birbirine hasret vücutları, ayırmayı bir görev gibi benimseyen zindan görevlileri ; diğer insanlar. Size soruyorum, neden? Neden bizimlesiniz, neden bizden kopamıyorsunuz. Oysa ki biz, sizden çok ama çok uzağız. Bunu göremiyor musunuz? Bu kadar zor mu bunu hissetmek. Geçin aynanın karşısına, kendinizi tanıyın, kendinizle uğraşın, bizimle değil. Bırakın bizi. Farkında değilsinizdir belki, öldürüyorsunuz bizi, bizim mahzun ve ışıldamaya çalışan sevgimizi. O unutulmuş değil, yok olmaya yüz tutmuş da değil. Sadece size verecek gücü, kendisinde hissedemiyor, kendisini paylaşmak, yok etmek istemiyor sizinle. Artık siz de bırakın başkalarının sevgisini, kendi sevginizi, aşkınızı yaşayın içinizde. Etkileyin kendinizi sevginizle, bir olun her insanla, her varlıkla, her değerle. Artık, sahip çıkma vaktidir ; unutulmuş kendimize ve o unutulmuş sevgimize...
Yorum Gönder